Yirmili yaşlarımda en çok zaman geçirdiğim mekânlardan biri İzzetpaşa Çay Ocağı’ydı. Arkadaşlarımla yaptığım tadına doyulmaz sohbetlerin yanı sıra komşu masalardaki görmüş geçirmiş insanların sohbetlerini de dinledik. Neler konuşulmazdı ki orada. O hafta olanlar, hakkın rahmetine kavuşanlar, gençlik ve askerlik anıları, siyasetçilerin ağız kavgaları, çok para kazananlar, iflas edenler, evladından vefa görmeyenler, adı yeni duyulan hastalıklar, koca karı ilaçları, vaazlar, nasihatler… daha neler neler… Her sohbetten bir ibretlik cümle çıkar, bir yaşam felsefesi konurdu ortaya. Belki söyleyenin bile farkına varmadığı ölçüde derin bir düşünce haritasının yansımasıydı bunlar.
Yine bir gün İzzetpaşa’da derin bir sohbet vardı. Yüzü harita gibi çizgi çizgi Niyazi Amca tabakadan sardığı sigarayı büyük bir zevkle içine çekip üflüyor, kendi çarşılarındaki bir esnaftan bahsediyordu. “Allah selamet versin çok hırslı bir adamdı. Dükkânı oldukça büyüktü ama gözü hep yandaki komşunun dükkânındaydı. O dükkânı da alıp ara duvarı kaldırmak, dükkânı büyütmek istiyordu. Derken gün geldi komşunun işleri kötüleşti. Vur tut pazarlık edip aldı dükkânı. Adam zararına da olsa satıp çıktı, alacaklılara dağıttı aldığı parayı, itibarını kurtardı. Nusret işini büyüttü. Ama doymadı gözü. Karşı dükkânı ve onun yanındakini de aldı. Kumaş işinin yanında ayakkabıya da girdi. Kimseye bir çay bile içirmez, kazandığını yemez, çocuklarını da herkese yerindirirdi. Seveni yok, dostu yoktu. Derken gün geldi, çarşının en sevilen esnafından birinin dükkânı icralık oldu. Komşular toplandık ‘Yazıktır adama yardım edemesek de bari kimse dükkânı almasın icradan.’ dedik. Sanki bu hiç konuşulmamış gibi tek başına gitti ve o dükkânı da aldı. Hepimiz çok üzüldük. Adam çar naçar terk etti çarşıyı, o dükkân da oldu bizim Nusret’in. O hafta hiç selam vermedim geçerken. Belli ki alındı. ‘Niyazi Gakko ne o selamsız sabahsız geçiyorsun?’ dedi. Döndüm, artık nasıl bakmışsam yüzünü yere eğdi. Ağzımı doldura doldura ‘Nusret gözünü toprak doyursun.’ dedim. Son konuşmamız da bu oldu zaten.”
Niyazi Amca devam etti. Nusret’in hayatının son döneminde başına gelenleri anlattı ince ince. Olay gözümde canlandı. Ben de Niyazi Amca gibi önce içimden kızdım Nusret’e sonra da bir oh çektim. Türk filmlerindeki gibi cezasını bulmuştu bu dünyada Nusret…
Nusret cezasını buldu ama Nusret’ler bitmedi. Neredeyse her gün onlarca insanı görüp Niyazi Amca gibi yüzüne söyleyemesek de “Gözünü toprak doyursun.” diyoruz içimizden. Mevki, makam, para, şöhret ve mal-mülk için çevresindekileri silindir gibi ezip geçen, gözünü hırs bürümüş insanlarla dolu ortalık. İşte bu yazımda “hırs”tan ve doğurduğu sonuçlardan bahsetmek istiyorum.
Her insanın içinde var olan ve yaradılışla başlayan bir duygudur hırs. Ölçüsü kaçırılmadığı sürece itici güçtür, motivasyon kaynağıdır.
Hırsı olmayan öğrenci yeterince çalışmaz. Hırsı olmayan bir politikacı iktidara gelemez. Bir iş adamında kazanma, işini büyütme hırsı yoksa gerçek anlamda büyüyemez. Hırsı olmayan sporcu ya da takım kazanabileceği bir maçı bile kaybeder. Yani hırs belli bir düzeye kadar başarının temelidir. Bizim burada üzerinde duracağımız asıl konu hırsın ölçüsüdür.
Hırsı bir motivasyon kaynağı olmaktan çıkarıp insanların mutsuzluğu üzerine kazanılmış zaferlerin peşine düşmektir asıl eleştirilmesi gereken. Elbette ki bir öğrenci hırslı olacaktır. Ama bu hırs kendisini yiyip bitirecek, psikolojisini bozacak dereceye varmışsa artık bir hastalığa dönüşmüştür. Hele başka öğrencileri mutsuz etme pahasına elde edilecek bir mutluluk biçimine dönüşmüşse iş daha kötü bir noktaya gitmiştir. Hiç unutmam, bir yatılı okul müdürü, “Arkadaşından daha iyi not alabilmek için sınıf arkadaşının kitabını dolabından gizlice alıp tuvalet sifonuna atan öğrenci bile var.” demişti.
Bir futbolcu karşısındakinden daha iyi oynamak için var gücüyle mücadele etmelidir elbette. Ama bu rakibine zarar verecek, onu sakatlayacak boyuta varırsa bir hastalığa dönüşmüş demektir.
Makamını korumak için iş arkadaşlarına çamur atan, yükselmek için hiçbir sınır tanımadan çevresindekilerin sırtına basan insanlar için hırs ciddi bir soruna dönüşmüştür.
Kazanmak, zengin olmak elbette her insanın arzu ettiği bir durum. Ama bu helal, haram, meşru, gayrimeşru nasıl olursa olsun kazanmak biçimine dönüşürse insanı insanlıktan çıkarır. Başkalarının gözyaşları üzerine mutluluk kurma çabası ruhun ciddi bir hastalığıdır bence. Eskiler hırstan, “şeytanın elindeki kement” diye bahsederler. “Bir kere insanın boynuna taktı mı kurtuluşu zordur.” derler. Bence de hırs ateşini söndürmek çoğu kez oldukça zor. Önemli olan bu ateşi kıvılcımken söndürmek, kementin de takılmasına izin vermemek. Geride bıraktığım yarım asır bana şunu öğretti; bencilce mutluluk olmuyor. Başkalarının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurulamıyor. Ölçüsü kaçan hırsla elde edilen hiçbir sonuç mutluluk vermiyor.
İBRAHİM TAŞEL